Yalnızlığa alışmak yalnız olmaktan daha kötüymüş, daha tehlikeliymiş meğer.
Uzun ve de dolu dolu yaşanan bir birlikteliğin ardından yalnız kalınca sudan
çıkmış balık misali dolaşıyor insan etrafta bir müddet. Gündüzlerini, gecelerini
doldurma çabasına giriyorsun önce. Ne kadar meşgul olursan o kadar iyi. Alkol ve
sigarayla daha sıkı bir dostluğun oluyor. Kendini işine daha çok veriyorsun,
elinden gelse hafta yedi sen dokuz çalışacaksın. Niye, sırf gidenden kalan
boşlukları doldurabilesin ve yalnızlık denen o korkunç yaratıkla başbaşa
kalmayasın diye.
İlk bir kaç ay böyle gidiyor, debelenip duruyorsun. Çünkü ödün kopuyor yalnız
kalmaktan. Sonra yavaş yavaş eski hayatına dönmeye başlıyorsun farkında bile
olmadan. Yaşadığın, yaşayacağın günlerden korkmamaya başlıyorsun hem de hiç
uğraşmadan. Bütün bir hafta sonu evden çıkmadan oturmak eskisi gibi boğmamaya
başlıyor, aksine keyif alıyorsun. Boş boş oturuyorsun ve aklına bile gelmez
oluyor ne o ne de yalnızlığın. Yalnız da mutlu olunabileceğini, hayatın tadının
yalnızken de çıkartılabileceğini öğreniyorsun. Bugüne kadar hep iki kişilik diye
bildiğin çoğu eylemin aslında tek başına yapılabileceğini fark ediyorsun.
Sonra gittikçe keyif vermeye başlıyor yalnızlık. Hayatını sadece kendin için
yaşamanın ne kadar da güzel olduğunu fark ediyorsun. Sadece kendi istediklerini
yapıyorsun ve bütün bunları sadece kendin için yapıyorsun. İstediğin herkesle
gönül rahatlığıyla görüşebiliyorsun, istediğin zaman şehirden uzaklaşıp nefes
alabiliyorsun, tek başına da sinemaya gidip keyifle film izlenebileceğini
anlıyorsun. Sevgililer Günü olarak tüm sevgililere kutlanması dayatılan o salak
günde, sevdiğin arkadaşlarınla buluşup yalnızlığınla barışmanın şerefine kadeh
kaldırabiliyorsun ve bunu tüm içtenliğinle yapıyorsun. Çünkü artık mutluluğun,
birinin mutluluğuna endeksli olmadığını biliyorsun. "Ohh sevdiklerim yanımda
keyfim yerinde, vallahi hayat bana güzel!" tadında geçip gidiyor günlerin.
Geçiyor geçiyor da asıl tehlike sonra başlıyor işte. O kadar alışıyorsun ki
yalnızlığa biri gelecek onu senden alacak diye ödün kopuyor sonra. Çünkü yalnız
olmayı özgür olmakla karıştırıyorsun. Arasındaki farkı bilsen de
karıştırıyorsun. Biriyle bir olmak ne kadar güzelse, özgür olmak, yalnız
olmak da bir o kadar güzel geliyor artık. Farkında bile olmadan normal olan
buymuş gibi yaşamaya başlıyorsun. O kadar iyi bakıyorsun ki yalnızlığına seni
bırakmak istemiyor. Bir bakmışsın en uzun ilişkin yalnızlıkla olan ilişkin
olmuş. Ne onun seni bırakmaya niyeti var ne de senin onu. Bir de, gül gibi
geçinip gidiyorsun işte ne gerek var yeni maceralara, ruhunu bir daha yormaya
dedin mi olayı bitirmişsin demektir. Hadi geçmiş olsun :)
Hem biri olsa fena olmaz hani diyorsun hem de özgürlüğün elden gidecek diye
yusuf yusuf atıyor bir tarafların. Bilsem ki; özgürlüğüme dokunmayacak, beni
kısıtlamaya, boğmaya çalışmayacak, önce kendine sonra bana güvenecek birisi var
vallahi hemen alcam kabul edicem. Ama yok vallahi. Daha flörtgen bir ruh
halindeyken bile çocukca kaprisler yapan koca koca adamlar biliyorum ben yaaaa.
E onlar böyle yapınca, ben yalnızlığımla daha mutluyum birader sana hayatta
başarılar diyip arkama bile bakmadan kaçıyorum vallahi.
Bana kendine güvenen ve bana saygı duyan adam lazım arkadaşım. Bu saatten
sonra hiiiç çekemem vallahi naz niyaz. Tolerans limitlerimi ziyadesiyle
doldurmuş bulunmaktayım zira :)
Sosyal medya gurusu Fecabook'ta pek çok arkadaşımın zaman zaman paylaştığı
bir cümle var, yazmadan geçemeyeceğim; " Biz bu hayatı üç kişi yaşıyoruz; ben,
keyfim ve kahyası". Üçümüzü birden kabul edip, bize ayak uyduracak ve hayatımıza
değer katacak birisi varsa başım üstüne. Yoksa da, çok da fifi ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder