Bir şeyler yaşıyoruz, bitiyor ve adına "geçmiş" diyoruz. Geçmiş diyoruz da gerçekten geçiyor mu acaba? Sorsak hepimizin "geçmiş" bir hikayesi vardır mutlaka. Geçmiş dediğimiz ama aslında bir türlü geçmeyen bir hikayedir bu. "Geçti, çok gerilerde kaldı" deriz de aslında dün gibidir. Gölgen gibi takip eder seni, yanından geçip gitmene izin vermez bir türlü.
Neden adı gibi geçmiş olmuyor, geçmişte kalmıyor? Neden her geçmiş, bugünü etkiliyor? Biz mi geçmesine izin vermiyoruz yoksa o mu yakamızı bırakmıyor? Bir yandan geçsin isteriz, bir yandan da sıkı sıkıya sarılırız gitmesin diye. Kimimiz yerine bir "yeni"sini koyamadığımızdan, kimimiz de içimizde bitiremediğimizden bırakamayız "geçmiş"imizi. "Şu geçmiş bir türlü yakamı bırakmıyor" deriz de bırakmasına izin vermeyiz nedense. Annesinin paçasına yapışan çocuk gibi yapışırız sımsıkı, geçerse bitecekmişiz gibi, içimizde oluşacak boşluk hiç dolmayacakmış gibi...
Önce -di'li gemiş olur, sonra -miş'li geçmiş olur ama hep sızlar, hep kanatır. Mutlu olmayı, yeniden ayağa kalkmayı beceremezsen, kafanı hep mutlu olduğun yere (geçmişine) çevirirsin. Bir zamanlar canını yakan tüm anılar, tutunduğun tek dalın olur. Dokunamayacak kadar uzağında da olsalar, içini bir onlar ısıtır en mutsuz, en çaresiz olduğun zamanlarda. Böyle zamanlarda mutlu ettiği düşünülse de çoğunlukla sıkıntı verir, acı verir her "geçmiş".
Bazı anılar da bu yüzden acı vermez mi zaten? Akıla gelen ya da sana hatırlatılan anından daha mutsuzsan şimdilerde o anı canını yakar, ruhunu daraltır, sinirini bozar "neden şimdi mutlu değilim?" diye düşünür durursun.
Gelecekle arandaki en kötü köprüdür "geçmiş". Ruhunu kurtaramazsan "geçmiş"inden her gün bir adım daha uzaklaşırsın geleceğinden, mutluluğundan... Önce sen bir adım at, o anlayacak ve uzaklaşacaktır senden, geleceğinden...
"Geçmiş"ini yok saymayacaksın elbette, çünkü seni sen yapanlardan biri de yaşadığın o "geçmiş"... Yapman gereken geleceğinle arana girmesine izin vermemek...
Unutma her ne yaşadıysan yaşandı ve bitti şimdi sıra onu unutmakta!..